350 yıldır unutulagelen “çeng” Tekfen Filarmoni ile hayat buldu.

Tekfen Filarmoni Orkestrası, kaybolan bir değeri, arp ile aynı aileden gelen çengi, dünya müzik mirasına kazandırdı. Yakın doğu kültürlerinde önemli bir yer tutan ancak zaman içinde tarih sahnesinden silinen kucak arpı olan çeng, Şirin Pancaroğlu’nun önderliğinde, Tekfen’in desteğiyle yeniden gün içine çıktı.

Image
Tekfen, arp ailesinin unutulmuş bir üyesi olan, ancak 17. yüzyıla kadar Yakın Doğu ve Osmanlı medeniyetleri içerisinde ihtişamlı bir yaşam sürmüş olan çenge yeniden hayat verdi. “Unutulanlar, İzler ve Yaşayanlar: Arp ve Çeng İçin Konçerto” adlı projeye destek veren Tekfen, bu proje kapsamında arp sanatçısı Şirin Pancaroğlu, besteci Hasan Uçarsu ve enstrüman yapımcısı Mehmet Söylemez ile bir iş birliğine imza attı. İlk olarak 2008 yılında 36. Uluslararası İstanbul Müzik Festivali kapsamında Şef Saim Akçıl yönetiminde, Şirin Pancaroğlu ve Tekfen Filarmoni Orkestrası tarafından icra edilen eser, aynı sene Amsterdam’da düzenlenmiş olan 10. Dünya Arp Kongresi yoluyla dünyaya açıldı.

Doğu ile Batı, Eski ile Yeni Dünya Konçertoda Buluştu

Image
Projede, Osmanlı müziğinin gözde çalgılarından olan ancak zaman içinde unutulan çengin, eskiden olduğu gibi günümüzde de müzik kültürünün bir parçası haline getirilmesi amaçlandı. Yaklaşık 30 dakika uzunluğundaki “Arp ve Çeng için Konçerto”, hem senfoni orkestrası hem de oda orkestrasına uygun olarak iki ayrı düzenleme halinde bestelendi. İlk olarak 36. Uluslararası İstanbul Müzik Festivali’nde dinleyici karşısına çıkan konçerto, kendine has dokusu sayesinde geçmiş ile geleceği, Doğu ile Batı’yı, geleneksel ile moderni aynı eserde buluşturuyor. Sonradan bir albüm çalışması da yapılan “Davetsiz Misafirler” adlı eserin bestecisi Hasan Uçarsu, iki akraba çalgıyı ortak bir eserde nasıl buluşturduğunu, şöyle anlatıyor:

 “Elimde iki ayrı çalgı ve bu iki çalgının temsil ettiği iki ayrı kültür dünyası vardı; unutulmuş bir Osmanlı çalgısı olan çeng ile modern bir batı çalgısı olan arp. Mekanik sistemi ve gelişmiş teknik kapasitesiyle arp, konçertant formatına daha uygun bir karakterde bir saz. Doğulu ve unutulmuş bir saz olan çeng ise doğası gereği daha sakin, daha dingin ve daha tefekkür sahibi; derin düşüncelerin peşinden koşan bir çalgı. Bundan dolayı da yüksek toplantılara, şiirsel, sanatsal ve felsefi buluşmalara eşlik etmiş yüzyıllarca. Bu nedenle eserin kurgusunu da iki ayrı çalgıda temsil edilen kültürel değerlerin dışlaştırılmasına olanak vereceğini düşündüğüm Osmanlı çalgı müziği formlarının genişletilmiş özgür bir uygulamasına dayandırdım.” 

Yaratım sürecinde Osmanlı müziğinden esinlenilen konçerto, geleneksel tınılar barındıran çağdaş bir eser olarak dinleyicilerin karşısına çıktı.

Çeng’in Yeni Bir Yaşam Bulması…

Image
Projenin mimarı Şirin Pancaroğlu, çeng ile ilk olarak minyatürlerde karşılaşmış. Osmanlı-Türk kültüründe de çeng olarak adlandırılan bir arpın var olduğunu ancak zamanla unutula geldiğini gözlemlediğinde heyecan duyduğunu belirten Pancaroğlu, “arp” kelimesinin Türk diline ait bir sözcük olmaması nedeniyle çalgısının da Türkiye’de “yabancı” bir müzik aleti olarak algılanmasına tanıklık etmiş. Oysa bizim de bir arpımız olduğunu dile getiren Pancaroğlu, çengle ilgili olarak, “Neredeyse tüm Doğu medeniyetleri içerisinde yer bulmuş olan bu çalgı, Helenistik kültür aracılığıyla Batı’ya arp olarak geçmiş. Batı, bu alete arp adını vererek sahip çıkmış ve geliştirerek günümüze kadar taşımış.” diyor. Yakın Doğu’da ise durumun farklı olduğunu belirten Pancaroğlu, çengin izini sürmeye devam etmiş:

“Yakın Doğu orta çağında bir saray çalgısı olarak büyük prestij kazanan çeng, sanatın birden çok dalına ilham vermiş. Gövdesinin, batı arpının aksine yukarıda çalınmasıyla oluşturduğu hafifçe öne eğik, uzun ve güzel görünümü sayesinde çeng, 14. yüzyıldan 17. yüzyıla kadar sayısız minyatürde boy gösterdiği gibi aynı zamanda şairler arasında da gözde bir motif olmuş. Bursalı şair Ahmed-i Da’i’nin 14. yüz yılda yazdığı Çengname’de, çeng üzerinden hayat felsefesi yapılıyor; çeng kendi ağzından anlatıyor, konuşuyor. Bir edebiyat metni olmakla birlikte çenge dair pek çok bilgi içeriyor bu metin. Bundan 350 yıl önce çengin son izlerine İstanbul’da rastlanıyor. Çalgı, daha sonra yok oluyor. Özünde bir kucak arpı olan çengin, Osmanlı sarayında, örneğin haremde kadınlar tarafından çalındığını biliyoruz”.

Otantik enstrümanları dünya müzik literatürüne kazandırmayı misyon edinen Tekfen Filarmoni, “Çeng ve Arp İçin Konçerto”dan önce, ney, kemança ve tulum gibi çalgılara da özel besteler yaptırmıştı. Bunlardan biri Dede Efendi ve Tanburi Cemil Bey’den esinlenilerek yazılan “Ney ve Orkestra İçin Konçerto”, diğeri ise kemençe, tulum ve orkestra için bestelenen “Karadeniz Rapsodisi”ydi. Ayrıca orkestra için özel olarak yazılan eserler arasında, doğrudan Tekfen Filarmoni Orkestrası için hazırlanan ve topluluğun ruhunu bütünüyle yansıtan “Üç Denizin Senfonisi” de yer alıyor. Bu üç eser, Azeri besteci İlyas Mirzaev tarafından bestelendi.

ÇENG NEDİR?

Image
Arp genellikle bir batı müziği çalgısı olarak bilinir. Oysa batı-doğu ayrımı yapılmaksızın tüm medeniyetlerde değişik biçim ve ebatlarda boy göstermiş olan arp, Mezopotamya’da da var olmuş. İran’da milattan önce 3000 yıllarında ilk kez görülen çeng, milattan sonra 6. yüz yılda minyatürlerde gördüğümüz o güzel ve narin yapısına kavuşuyor. Orta çağda saray ortamlarında yükselen çalgı, Osmanlı kültürüne de İran üzerinden gelmiş. 17. yüz yıla kadar görülen çeng uzun yıllar özellikle geleneksel Osmanlı müziğinin ayrılmaz bir parçası olmuş. Daha çok fikri ortamların, felsefi sohbetlerin, şiir meclislerinin ve entelektüel buluşmaların çalgısı olarak tanınan çeng, kimi zaman sultanın av merasimine eşlik etmiş, kimi zaman da hanedanın ihtişamlı yaşamına. Yüzyıllarca birçok medeniyet tarafından kullanılan çeng, udun yaygınlaşmasıyla popülaritesini yitirmiş. Gittikçe daha ince yapılı bir çalgı haline getirilen çeng, bununla birlikte daha külfetli bir hal almış. Akort tutmaması gibi olumsuz özellikleri nedeniyle utlarla yarışamayan çengin kullanımı günden güne azalarak en sonunda tümüyle ortadan kalkmış. Çengin tarihteki varlığından söz eden en son yazılı kaynak, Evliya Çelebi’nin Seyahatname’si. Evliya Çelebi’ye göre, 1660 yılında İstanbul’da çok sayıda udi bulunmasına rağmen, çeng ve çengi (çeng çalan kişi) sayısı sadece on civarındaymış.